Bir Zerrin Egeliler Filmi: Şehvet Uçurumu
Zerrin Egeliler‘in bir orman köşesini gösteren ve duvarı boydan boya kaplayan duvar kağıdı önündeki gerilimli bekleyişiyle başlar film. Sigara üzerine sigara içiren heyecana, kim bilir hangi filmden alınma gerilimi yüksek bir müzik eşlik eder. Kadının sıkıntıyla son sigarayı da söndürmesinin ardından, yönetmen bize uzun bir süre kül tablasını gösterir. Kadının yüzü, dolu kül tablası, tekrar kadının yüzü ve kül tablasında uzunlu kısalı sigaralar.
Film ilerledikçe, kadının açlığını simgeleyen sigaralar da, tıpkı duvardaki soluk ağaçlar gibi yerine oturacaktır. Kadının bir yatağa uzanmasıyla birlikte müzik aniden hızlanır. Kadının yataktaki erotik soyunması, suyun altında dengede durmaya çalışırken kıyafetlerini çıkarmaya çalışan birini andırır. Az sonra uzun bir mastürbasyon terapisine başladığında, hareketleri tıpkı suda yüzen bir insana benzeyecektir. Ve kısa bir süreliğine de olsa sıkıntılarından uzaklaşacaktır.
Gaspar Noé‘nin Dönüş Yok filmi, 10 dakika boyunca süren tecavüz sahnesiyle adını duyurdu. Filmde yer alan tecavüz sahnesi, sinema tarihindeki yerini tartışmasız alırken, eski filmlerdeki tecavüz sahnelerini inceleyen, bu sahneleri Dönüş Yok ile karşılaştıran incelemeler yazıldı. İşte bu tür yazılarda kimsenin aklına gelmeyen, gelmeyecek, belki de gelmemesi gereken bir Zerrin Egeliler filmi vardı: Şehvet Uçurumu
1979 tarihli bu film, Zerrin Egeliler‘in, Metin Başaran, Hikmet Eldek, Ata Saka ve Orhan Alkan gibi oyuncularla birlikte yer aldığı bir Ülkü Erakalın filmi. Döneminin ve türünün en ilgi çekici çalışmalarından biri olarak kabul edilebilir. Bu ise, hem anlatım ile “amacından” uzaklaşan, başka açılardan da dikkat çekmeyi başaran bir film olmasından, hem de filmin birbiriyle ilişkiye girmeye son derece müsait parçalarının, filmin (tartışmalı da olsa) mesajını doğru bir şekilde iletmek üzere, son derece bilinçli olarak yerleştirilmesinden kaynaklanıyor.
Az sonra kadının sıkıntılarının nedenini anlarız iş nedeniyle sık sık şehir dışına giden ve karısını yalnız bırakmak zorunda olan kocası Ankara’dan telefon açar. Kadın büyük bir heyecanla kaldırdığı telefonda, birkaç dakikaya tüm özlemini sığdırmaya çalışır: “Her an içimde hissediyorum seni… yemin ederim!”
Yeniden orman resimli duvarın önünde görürüz kadını. Engel olamadığı, yavaş yavaş bir virüs gibi tüm yaşamını kaplamaya başlayan şehveti, yeniden su yüzeyine çıkmaya başlamıştır. Kadının cinsel açlığının, engel olamadığı bir hasalık hatta kendisine içeriden (dışarıdan) müdahale eden bir sorun olduğuna dair bir düşünceye kapılırız. Zerrin Egeliler‘in oyunculuğu da incelenmesi gereken bir performansa dönüşmeye başlar aynı gerilimli müziğin eşliğinde. Kadın, duvardaki soluk ağaçları okşamaktadır. Kendi elleriyle soyunurken, bir tecavüze teslim oluyor gibidir. Kolları, yüzüne acılı ifadeyi veren beynine bağlı değil gibidir. Sanki bir başkası soyuyordur kendisini. (Bir süre sonra hem ağaçlar, hem de bu kendine yönelik yumuşak şiddet anlamına kavuşacaktır.) Kadın kendisini bir koltuğun üzerinde bulur. Bu seans bir yüzme taklidi değildir. Burada artık bizim sadece kollarını ve ellerini görebildiğimiz, “görünmeyen” bir erkek vardır. Kadın iki kişilik tatminine uzun bir süre devam eder. Filmin, kendisine rağmen yapılış amacına rağmen izleyiciyi yabancılaştırmaya çalışan bir yanı da vardır. Türk filmlerinde uyuşturucunun kurbanı olmuş,” kölesi” olmuş gençlerin nefretle kendileri için hazırlanan şırıngaya bakmalarını andırır Egeliler‘in mastürbasyonu.
Kadın, nihayet kendisini sonlandırmış gibi elini bacak arasından çekip (ayrıntıları merak edip, metnin arasına sızmış ya da ıskalanmış bazı noktaları yakalamayı seven okuyucular için, kadının tüylerinin ilk defa bu sahnede jartiyerinin arasından izleyicinin görüş alanına girdiğini belirtebiliriz) koltuğun at sırtını andıran kısmına sürterek, elektriğinin son zerreciklerini de bedeninden uzaklaştırır.
Kocasının yokluğunun yarattığı dayanılmaz açlık, kadının en sonunda aile doktoruna danışmasına neden olur. Kadın burada dinmez acılarını anlatıp, rüyasında gördüğü “ormandan” bahseder. Doktor ise, en kısa zamanda kocasıyla birlikte bir tatile çıkmasını tavsiye edecektir. Filmde kadın, kocası ve sonlarına damgasını vuracak üçlü dışında, sadece iki kişi daha vardır. Kadına bir tatile çıkmasını öğütleyen doktor ve yine başka türde öğütler veren annesi. Kadının durumunu, gözlerinin önünde eriyip bittiğini gören anne, kocasıyla uzaklığını kınayıp: “Ne o öyle, koca dediğinin, kadının yanı yanında, içi içinde olmalıdır!”der.
Üçüncü seans ne bir yüzme, ne de kendi bedenine istila türünde bir tatmindir. Bu bölümde paralel kurguda hem kadını, hem de uzaklardaki kocasını izleriz. Zerrin Egeliler yatakta kendisini okşarken, kocası da uzak bir otel odasında ve üstsüz Oturur bir vaziyette sağ memesini okşamaktadır. Karısını fena halde suistimal den kocanın kendisini tatmin ediş biçimi, cinsel tercihleri arasında artık karısının yer almadığı gibi bir düşünce edinmemize yol açar. ikisinin paralel kurguda kendisini tatmin edişini izleriz. Fakat Borges‘in düş oyunlarına benzeyen bu bölümde, ikisinin de aynı anda mı yaptığı yoksa birinin diğerinin hayalim olduğu tam olarak belli değildir. Belki aynı anda birbirlerini düşlüyor olabilirler!..
Karısını ihmal eden ”suçlu” adam ile yalnızlık ve şehvet “hastalığına” tutulmuş kadın nihayet bir tatile çıkarlar, çok uzun bir süre deniz kenarında mutluluk içinde koşturduktan sonra nihayet bir ormana gelirler. Kadın yerleri kaplayan çiçeklere methiyeler düzerken, uzun süre gözlem yapan, eli tüfekli üç kişilik bir tecavüzcü grubu tarafından kıskıvrak yakalanır. Olay çok kolay gerçekleşir, çünkü kocası yine kadının yanında değildir! İşemek için kuytu bir yere gitmiştir. İki adam kocayı ağaca bağlar, üçüncü kişi de kadını bir ahıra sokar. 50 dakikalık filmin son 20 dakikası, tamamen az sonra gerçekleşecek olan tecavüzle geçecektir. Öncesi ise bizi ve kahramanları bu olaya hazırlamıştır. Tecavüz, masum olmayan kadın ve adamın kaçınılmazıdır, sonucudur! Filme göre, hem uzaklara gidip karısını yalnız bırakan adam, hem de kocasının yokluğunda şehvetini bastıramayan kadın, birinci dereceden suçlu olarak, olaya zemin hazırlamışlardır. Kadın rüyalarında gördüğü, duvarında ağaçlarına dokunduğu ormanla en sonunda tanışmıştır!
“Günlerdir kadın yüzü görmedik“, diye savunmaya geçen tecavüzcülere, kızgın koca “medeniyet dışı bir davranış bu!” diyerek tepkisini gösterir. Kadın direnmeye başladığında ise, dertlerin açık seçik dile getirirler: “Bunun bir üçüncü yolu yok. Ya bize birer kere vereceksin Ya da kocan ölecek…”
Herkes sırayla kadınla birlikte olur. Kadın adamlarla zorla birlikte olurken, içeriden gelen çığlıklar nedeniyle kocası kan ter ve gözyaşı içinde kalır. Uzun süren zorla birlikte olma bölümlerinde, içeri giren her adam aynı ritüeli tekrar eder: Sanki beraber olmadan önce partnerini diliyle temizlemesi gereken bir canlı gibi, kadını abartısız boydan boya yalarlar. Bittikten sonra adamlar gider, ve kadın korka korka dışarıya çıkar. Kocası, kadına bakmaya çalışır ve beceremeyince hızla kafasını çevirir. Silmiştir artık!
Yine ayrı mekânlarda gördüğümüz karı ve koca, sık sık olayı hatırlamaktadırlar. İkisi de suçlunun kim olduğunu bulmaya çalışıyor gibidir olaya dönerek. Adam kendi cevabını bulur ve çekmecesinden çıkardığı bir silahla kendisini vurur. Kadın ise hastanededir, annesi kocasının başına gelenleri söyledikten sonra ağlamaya başlar.
Yaşlı kadın yüksek sesle ”Suçlular Aramızda!” der kızına. Bir kez daha ve nihayet bir kez daha. Son anına kadar şaşırtmayı sürdüren film, suçlunun kim olabileceği konusunda bir düşünmeye iter izleyiciyi. Filmin kuruluş mantığına göre, karısını bırakıp işi için uzaklara giden ve kadını şehvet uçurumuna iten koca mı suçludur acaba? Üstelik bir de buluşmaları esnasında yalnız bırakmış ve kadını tamamen yitirmiştir!..
Yoksa, kocasının yokluğunu bastırılamayan bir cinsel açlığın baskısı altında ezilen ve hayallerinin kurbanı olan, düşlerinde gördüğü ormanda da cezasını bulan kadın mı suçludur? Filmin muhafazakâr yapısına göre ikisi de masum değildir. Ama bize arkası dönük bir şekilde kızına sarılı, bizim görmemizi engelleyen yaşlı kadın, bağırarak sesini bir başkasına duyurmak istiyor gibidir. Televizyonda yankılanan üçüncü “Suçlular Aramızda” cümlesinde, uzun bir süredir tecavüzü röntgenlemiş olan izleyici ister istemez etrafına bakınmak durumunda kalır. Merkezine bir tecavüzü alan ve trajik olayın esas suçlularını tecavüzcülerin dışında arayan film, bu şekilde filmin “uyarılmaya” gelmiş izleyicilere dönük amacına hizmet etmiş olabilir. Ama öte yandan, ekranın karşı yanında kurulmuş röntgencilere dönük imâlı eleştiriler ise, filmin baştan sonra bilinçli olarak kurulmuş olabileceği düşüncesini pekiştirir. Bütün film, son derece sağlıksız olan ‘kadınlar yalnız bırakmaya gelmez‘ düşüncesinin (uyarısının) şaşırtıcı ve baştan çıkarıcı bir bedene bürünmüş hâli gibidir.
Gaspar Noé‘nin Dönüş Yok filmi bazı incelemelerde, filmin bakış açısına göre kadının tecavüzü hak ettiği, tecavüzle haddinin bildirildiği şeklinde yorumlanmış ve eleştirilmişti. Farklı okumalara açık olan Dönüş Yok ile kendine rağmen son derece ahlakçı bir film olan Şehvet Uçurumu çok uzak zamanlarda ve diyarlarda, aynı yıldızlara bakıp dilek tutmuş gibiler.
Yazan: Serdar Kökçeoğlu
Not: Bu yazı ilk olarak Geceyarısı Sinemasının 17. sayısı olan Bahar 2003’te yayınlanmıştır. Biz de hem Kaya Özkaracalar‘dan hem de Serdar Kökçeoğlu‘ndan izin alarak ve görseller ile destekleyerek yazıyı yayınlıyoruz. Yazının hakları Geceyarısı Sineması Dergisine ve Serdar Kökçeoğlu’na aittir.
One thought on “Bir Zerrin Egeliler Filmi: Şehvet Uçurumu”