Yıl 2006. Fenerbahçe Dergisi yazarlığım başlayalı yaklaşık iki yıl olmuş. O zamana kadar sadece futbol tarihi, futbol sinema ve edebiyat üzerine yazılar hazırlamışım. 2006 yılının Şubat ayında ise ilk ve en unutulmaz röportajımı yapacağım. Hem de hep ailemizden biri olarak gördüğümüz Halit Akçatepe ile. Heyecanım o kadar yoğundu ki… Hababam’ın Güdük Necmi’si, Şabanoğlu Şaban’ın Ramazan’ı Halit Akçatepe kanlı canlı karşımda olacaktı.
Günler öncesinden telefonla konuştuk öncelikle. Heyecandan, kendimi tanıtırken çok zorlanmıştım. ‘ Ah yavrum..’ ‘Sağ ol yavrum.’ ‘Tabii ki evladım..’ tarzında gönül okşayıcı cümleleriyle heyecanımı da yenmişti, kalbindeki güzelliği de görmüştüm. Telefon görüşmemizden iki hafta kadar sonra İstanbul Ataşehir’deki evinde buluştuk. Kızı Günsu ile birlikteydi. Çok uzun sarılıp, kendisini nasıl da sevdiğimi, röportaj için çok mutlu ettiğini dile getirdim ve hediyelerimi sundum kendisine. Odasına geçip çay eşliğinde başladık sohbetimize. Röportajdan sonra pek çok kez görüşüp konuşmak kısmet oldu kendisiyle. Fenerbahçe Stadı’nda, Adile Sultan Kasrı’nda, tiyatrosunda… Neyse, biz geçelim şimdi röportajımıza. Hayata, Fenerbahçe’ye, tiyatro ve sinemaya dair…
Kendinizden bahseder misiniz öncelikle?
1938 Üsküdar doğumluyum. Sıtkı ve Leman Akçatepe çiftinin tek çocuğuyum. Köken olarak Hataylıyız. Babam paşa torunudur ve Kurtuluş Savaşı gazisidir. Henüz beş yaşındayken Nasrettin Hoca Düğünde adlı filmde annem ve babamla birlikte oynadım. Babam tiyatronun sıkıntısını çok çektiği için tiyatrocu olmamı istemedi. Beni Fransız Saint Benoit Lisesi’nde okuttu. Daha sonra da iktisat ve hukuk eğitimi aldım ama tiyatroyu seçtim. İçimdeki aşka engel olamadım. Babam bu yüzden ‘Okumuş yazmış serseri.’ derdi.
Sağlam bir eğitim hayatınız var ama siz tiyatroyu seçtiniz. Hiç pişmanlık yaşadınız mı?
Asla! Hiçbir zaman pişmanlık yaşamadım. Sevdiğim işi aşkla yaptığım için de yaşlanmıyorum sanırım.( Gülüyor) İnsanların beni gördükçe mutlu olmaları beni de mutlu ediyor.
Günümüzün
sanatçıları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Sanatçı
ve medyatik isim kavramını ayırmak gerek öncelikle. Çok
kızıyorum bu duruma. Ekranda görünen herkes sanatçı değildir.
Adam bir iki dizide oynadı diye sanatçı olmaz. Sanatçı Orhan
Gencebay’dır, Nilüfer’dir. Gerçek sanatçı kendini sürekli
ekran önüne atmaz. Üretmeye çalışır. Bu saydığım isimlerden
hangisini sürekli ekranda görüyoruz?
Günlük
yaşamınızda neler yapıyorsunuz?
Kızımla
ilgileniyorum. Tiyatro yapıyorum. Dizi falan olursa ona gidiyorum
ama tabii 30 sene öncesi gibi değil artık piyasa.
Bu aralar sanırım yine tiyatro sahnelerindesiniz. Anlatır mısınız projenizi?
Evet, Ferhan Şensoy’a ait olan Aşkın Gözüne Gözlük adlı oyunu sahneliyoruz. Ercan Yazgan, Tuncay Ozinel ve ben baş rolü paylaşıyoruz. Her Cuma ve Pazar günü Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’ndeyiz.
Bir
röportajınızda son İstanbullulardan olduğunuzu ifade etmiştiniz.
Sizin için ne ifade ediyor İstanbul
Doğma
büyüme İstanbulluyum. Yaşadığım, sanatımı icra ettiğim
yerdir İstanbul. Tabii çocukluğum veya gençlik dönemlerimdeki
gibi değil asla. Özellikle lise çağlarımda çok ama çok
güzeldi. Beyoğlu’na gidemezdiniz öyle kafanıza estiği gibi.
Bugünkü gibi kot pantolon tarzı basit kıyafetlerle gidemezdiniz.
Beyoğlu’na çıkmak diye bir deyim vardı. En güzel
kıyafetlerinizle giderdiniz. Başka türlü giderseniz
ayıplanırdınız. Zamanla kozmopolit hale geldi İstanbul ve ne
yazık ki pek çok güzelliğini kaybetti.
Çok
kıymetli isimlerle çalıştınız ve karşılıklı oynadınız ama
insanların aklında hep Kemal Sunal ile özdeşleştiniz. Nasıl
anlatırsınız Kemal Sunal’ı?
(
Bir süre cevap vermedi, düşündü, suratına hüzün çöktü ve
dudakları büzüldü. Üzüntüsü belliydi.) Kemal, çok büyük
oyuncuydu. Türk Sineması’nı bir dönem tek başına ayakta tuttu
diyebilirim. Biz onunla karşılıklı olarak Hacivat ve Karagöz’dük,
Kavuklu ve Pişekar’dık, birimiz gol verir, diğerimiz gol
atardık. Çok anı biriktirdik, çok güzel işler yaptık. Onu çok
arıyorum.
Arzu
Film için ‘Okul’ ifadesini kullandınız pek çok
röportajınızda. Hangi özellikleri sizin için okul özelliği
taşıyordu?
Pek
çok… Orada ekip ruhu üst düzeydi. Hep kafa kafaya verilir, film
çekimi devam ederken birinin aklına bir şey gelir, paylaşılır,
film daha güzel bir hale getirilirdi. Kısa sürede çok büyük
filmler çekmek kolay bir iş değildi. Arzu Film ekibi bunu çok iyi
başardı.
Kitaplarla aranız nasıldır? Mesela kariyerinizde önemli bir yer tutan Hababam Sınıfı serisini okudunuz mu?
Açıkçası son dönem romanlarını okumuyorum. Daha doğrusu okuyamıyorum. Çünkü bir şey anlayamıyorum. ( Gülüyor) Bir frekans eksikliği var güncel kitaplarla aramda. Günümüz romancılarını yermek için söylemiyorum ama bizim gibi Reşat Nuri’nin, Kemal Tahir’in, Rıfat Ilgaz’ın, Hüseyin Rahmi’nin romanlarını okuyarak büyüyenler için günümüz romanları çok yavan geliyor. Ancak bu aralar çok gündemde olan Şu Çılgın Türkler’i en kısa zamanda okumak istiyorum.
Hababam Sınıfı serisini elbette okudum. Okumasam, Güdük Necmi karakterini bu kadar başarılı canlandıramazdım. Öyle ki, rahmetli Rıfat Ilgaz bir gün bana ‘ Seni çok seviyorum, çünkü sen beni oynuyorsun.’ demiştir. Dediğim gibi pek kitap okumam ama düzenli bir gazete okuyucusuyumdur. Her gün iki saatimi gazete okuyarak geçiririm.
Gelelim
artık Fenerbahçe sorularına. Nasıl Fenerbahçeli oldunuz?
Bir
kere, Üsküdar’da doğup da Fenerbahçeli olmamak imkânsız gibi
bir şeydi önceden. Yani, Üsküdar’da yaşayan bir çocuğun
Fenerbahçe lafını duymadan yetişmesi söz konusu değildi. Babam
da Fenerbahçeliydi ama Fenerbahçeli olmamda rahmetli ağabeyimin –
babamın ilk eşinden – etkisi çok oldu. Eski tahta tribünlü
Fenerbahçe Stadı’na götürürdü beni. O tribünlerde
Fenerbahçe’nin efsane kalecisi Cihat Arman’ı, Büyük Fikret’i,
Halit Deringör’ü izledim. Çevrem ve ailem etkisiyle tanıdığım
Fenerbahçeliliği çocuklarıma da aşıladığım için çok
mutluyum.
O
yılların taraftar profili nasıldı?
İstanbul
sorusuyla aynı cevabı verebilirim buna. İstanbul İstanbul
gibiyken taraftarlık da başkaydı. Tribün kültürünü küfürsüz,
saygılı haliyle soludum. Taraftarlığın da en güzel zamanıydı
o zamanlar.
Bugüne kadar Fenerbahçe’ye dair sizi en çok etkileyen olay nedir?
Elli yıl kadar önce bir Adaletspor olayı yaşamıştır Fenerbahçe. 11 as oyuncusunun neredeyse tamamını Adaletspor’a kaptırmıştı. Bir anlamda yok olmak üzereydi takım, herkes Fenerbahçe’nin bittiğini konuşuyordu.Bir anda ortaya çıkan, siyasi destekli bir takımdı ve çok büyük paralara alıyordu futbolcuları. Hatta Lefter de gitmişti ama formasına kıyamadığı için geri gelmişti. Sonra Adaletspor biraz sükse yaptı ama sonra yok olup gitti. Unutuldu. Fenerbahçe ise o sezon gençlere şans verdi ve şampiyonluklar yaşadı.
Fanatik misiniz peki?
Bu kavramdan nefret ediyorum. Fenerbahçe’yi çok seviyorum, hatta benim için aşktır Fenerbahçe. Ama Galatasaray ve Beşiktaş’ın maçlarına da gittim zamanında. Hatta Palermo – Galatasaray maçına gitmiştim. Metin Oktay harika oynamıştı o maçta. Bu durum benim Fenerbahçeliliğimi gölgelemez. Fenerbahçelilik apayrı bir kavram benim için.
Günümüzde maçlara gider misiniz?
Eskiden giderdim ama bugünkü şartlarda gitmek istemiyorum. Halit Akçatepe olarak orada bulunmak çok zor çünkü. Eşimi ve çocuğumu götürsem, bir de o kalabalıkta halk ‘ Ooo Halit Ağabey!’ diye sarılıp kucaklayınca kolay olmuyor.
Kulüp tarihi ile ilgili bilginiz ne düzeydedir?
Yapım gereği geçmişe takılıp kalmıyorum. Eski filmlerimi de asla izlemem. Geçmiş, yaşandı bitti sonuçta. Bugün ve gelecektir önemli olan. Fenerbahçe’nin de her zaman bugüne ve geleceğe odaklanması lazım. Fenerbahçe, geçmişi, bugünü ve geleceği ile her zaman büyüktür ve büyük kalacaktır.
Unutmadığınız maçlar var mı?
Oooo, çok fazla. 6-0’lık GS maçını saymıyorum bile. Çünkü o tarz galibiyetlerimiz çok fazla var. ( Gülüyor) Benim için en unutulmaz maç 1954 Dünya Kupası’na katılmamızı sağlayan İspanya maçıdır. Liseye gidiyordum o zaman. Maçtan günlerce önce arkadaşlarla takım kadrosunu kurmaya çalışıyorduk. Kalede Turgay, ilerde Lefter olsun gibilerinden muhtemel senaryoları kuruyorduk. Hatta tezahüratlar yapıyorduk. Şunu söyleyelim, şöyle bağıralım falan filan… Neyse, maç günü geldi. Dolmabahçe Stadı’na gittik. İyi de oynuyoruz. Derken hooop golü de attık mı?!? Fenerbahçeli Burhan atmıştı hatta. Canavar Burhan. Bir sevinç, bir coşku…. Sonrasını hatırlamıyorum, çünkü bayılmışım. ( Kahkahalar) Bu maç rövanş maçıydı aslında. İspanya’da 4-1 yenilmiştik, İstanbul’da da biz yenince üçüncü maç oynanmayıp kura çekilmişti. Biz kazandık kurayı ve tarihimizde ilk kez Dünya Kupası’na katılmıştık.
Tribün atmosferi olarak unutulmaz bir maçınız var mı peki?
Ekip olarak çok giderdik maçlara. Arzu Film döneminde özellikle çok yapardık bunu. Çünkü taraftarlığı, futbol sevgisini yoğun yaşayan insanlardık. Kemal ( Sunal ), ben, Ertem Ağabey ( Eğilmez ), Tarık ( Akan) hasta Fenerbahçeliydik. Sevgili Kartal da ( Tibet) adından da belli olacağı üzere Beşiktaşlıdır. Kartal’ın ısrarıyla Beşiktaş – Trabzonspor maçına gittik. Zannediyorum Hababam’ı çektiğimiz zamanlardı ve Kemal Sunal, Şaban olarak müthiş parlamıştı. O dönem Trabzonspor’da santrfor Necmi ve Beşiktaş’ta da meşhur sol açık Şaban var. Biz girdik stada, takımlar ısınıyor o sırada. Tribünler bizi görünce bir anda curcunaya döndü. Başladılar bir anda ‘İnek Şaban, İnek Şaban ! ‘ diye tezahüratlara. Kemal de onları selamladı. Aynı anda sahadaki Şaban da baktık tribünlere selam veriyor, kendisine seslenildiğini sanarak. Sonra tribünler bana başladı tezahürat yapmaya ‘ Güdük Necmi’ diye. Benimle birlikte sahadaki Trabzonlu Necmi de selam veriyor ama oldukça şaşkındı tabii. Biz de gülmekten patlıyoruz tabii o sırada. Benim için hoş bir anıydı.
Hababam’dan söz açılmışken, sizce neden Fenerbahçeli Hababam Sınıfı?
Çok basit bir cevabı var. Rıfat Ilgaz ve Ertem Eğilmez Fenerbahçelidir. Toplumun özellikle o dönemlerde neredeyse hepsi Fenerbahçeliydi. Onlar Galatasaraylı olsaydı Hababam Sınıfı da Galatasaraylı olacaktı. Ne mutlu ki biz Fenerbahçeliler için güzel bir olay oldu sınıfın Fenerbahçeli olması. Ertem Ağabey hasta derecede Fenerbahçeliydi hatta. Fenerbahçe yenilip de birisi dalga geçecek olursa çok fena küfrederdi. Setten kovduğunu bile hatırlarım. Allah’tan ekibin çoğu Fenerbahçeliydi de böyle olayları pek fazla yaşamadık.
Fenerbahçe sizin için ne ifade ediyor?
Aşk… Tek kelimeyle aşktır Fenerbahçe. Futbolcuya veya takıma kızarsınız zaman zaman ama kulübe olan bağlılığınız hep devam eder.
Son olarak taraftarlarımıza mesajınızı rica edelim.
Öncelikle beni hatırlayıp ziyaret ettiğiniz için çok teşekkür ederim Taraftarlarımız her zaman desteklerine devam etsinler, takımlarını yarı yolda bırakmasınlar.
Dergide yer vermediğim bazı gözlem ve ifadeler.
- Halit Akçatepe röportaja çay molası verdiğimizde televizyonu açtı. Yeşilçam kanalı vardı o zamanlar. Tesadüf ki Ah Nerede filmi oynuyordu. Annesi Leman Akçatepe’nin sahnesi vardı. ‘Ah anacığım!’ dedi… Gözleri buğulandı. ‘ Güzel filmdir.’ dedi ve hemen kanalı değiştirdi derin bir soluk alarak. Müzik kanalına geldiğinde mankenlikten şarkıcılığa geçen bir ismi gördü ve aşırı sinirlendi. ‘ Ne bunlar ya, bunlar kim? Soyunarak gündeme gelmeye çalışan, bir baltaya sap olamayan tipler.’ dedi ve televizyonun sesini kısıp ekledi: ‘Bunları ancak sesini kısarak izlemiş olmak için izlemek gerek.’ dedi.
- * Halit Akçatepe çok yoğun bir sigara içicisiydi ne yazık ki. Röportaj boyunca üst üste sigara yaktığını hatırlıyorum.
- * Kendini koyu Atatürkçü, vatansever olarak tanımlamıştı ve ülkenin gidişatından memnun değildi.
- * Kemal Sunal ve Ertem Eğilmez’e olan sevgisi çok yoğundu. Arzu Film ile sorunlar yaşadığını, ancak Ertem Eğilmez’e çok büyük saygı gösterdiğini ifade etmişti. Kemal Sunal’dan bahsedince hep duygulandı. ‘Ben daha önce gitmeliydim.’ Demişti.
- * Adile Naşit’ten ‘ Adile’ olarak bahsediyordu. Onun hakkında müthiş yetenek, komik, müthiş insan, kollayıcı, kucaklayıcı kavramlarını sürekli olarak kullanmıştı.
- * Münir Özkul’un büyük isim olduğunu ifade edip, çekimlerden önce biraz içip, çekim sırasında devleştiğini ifade etmişti.
- Sevgiler…
Yayına hazırlayan: Ersin Demirel 2006 – Halit Akçatepe ile Her Şeye Dair söyleşisinin gövde kısmı ilk olarak Fenerbahçe Dergisinde yayınlanmıştır…