Mahmut Fazıl Coşkun : “Mizah dozu, her filmimde biraz daha artıyor”

Not: Röportaj, PsikeSinema dergisinin Mayıs 2019 tarihli 23. sayısında yayımlanmıştır.

Mahmut Fazıl Coşkun : "Mizah dozu, her filmimde biraz daha artıyor"

Uzak İhtimal‘i 2009 yılında izlediğimde, özellikle o dönem izlediğimiz diğer yerli yapımlardan çok farklı bulduğumu hatırlıyorum. Genç bir müezzinle rahibe olmaya çalışan genç Hristiyan kadının olanaksız aşkını konu alan bu film, gerek oyunculuklarıyla gerek cesur ve farklı konusuyla, en çok melodrama yakın atmosfer kurmasına rağmen aralarda hissedilebilen hafif kara mizahi dili ve karakterlerin derin ruh hallerinin çözümlemeleriyle, gerçekten de ayrıksı ve özel bir ilk filmdi.

Yozgat Blues’u 2013 yılında izlediğimde ise ilk başta açıkçası yine bir ilk film sanmıştım ve bağlantıyı sonradan kurduğumda, çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Artık “Sonrasında ne yapacak acaba?” diye merak ettiren yeni bir yönetmen daha vardı Türk sinemasında. Zira Yozgat Blues da çok orijinal bir film. Çok güçlü insan doğası çözümlemeleri var yine, kara mizah dozu artmış vaziyette, oyuncu kadrosu da bir o kadar şahane.

Malatya Film Festivali’nde Mahmut Fazıl Coşkun’un üçüncü filmi Anons’un yarıştığını gördüğümde, oldukça heyecanlandım. Heyecanım da yersiz değilmiş; sinematografik açıdan çok daha olgun, kara film tonları eklenmiş, kara mizah dozajı oldukça artmış olan, bu kez bambaşka hikayeyi, yine kendine has diliyle anlatan bir yapıma imza atmış Coşkun.

8. Malatya Uluslararası Film Festivali’nden “En İyi Film” dahil 5 ödülle dönen Anons filmiyle ilgili sorularımı, törenden ikin gün önce yönetmenine yönelttim.

Röportaj

Üçüncü uzun metraj filminiz Malatya’da yarışıyor. İlk iki filminizle değil de bu filminizle sizi keşfedecek olanlar için kısaca önce sizi tanıyalım, sinema serüveninizi…

ABD’de okudum, sonra Türkiye’ye geldim ve belgesel yapmaya başladım. 2006-2007 gibi ise ilk uzun metraj filmime hazırlanmaya başladım. 2008 gibi Uzak İhtimal’i çektim, ilk filmimin ardından, Yozgat Blues’u çektim. Yine biraz ara verdim ve üçüncü filmim Anons’la buradayım.

Yurtdışında sinema mı okumuştunuz?

Ben aslında Türkiye’de elektrik mühendisliği okudum. Ama meslek olarak hiç yapmadım ve sinema yapmak istediğimi anladığımda Amerika’ya gidip sinema okudum. Sonra Türkiye’de master yaptım. Henüz tezimi bitiremeden çalışmaya başladım.

İlk filminiz, oldukça değişik konusu, bildik oyuncularıyla ses getiren bir yapım olmuştu. Yurt dışı da gezdi, ödüller de aldı. O süreçten başlayalım mı?

Benim aklıma bir fikir gelmişti, bir hikaye vardı kafamda. Tarık Tufan ve Görkem Yeltan’la paylaştım. Senaryoda ben de vardım ama esas onlar daha çok yazdılar, o yüzden senaryoda benim adım geçmez. Bakanlığa başvurduk, kabul edilince çekimler başlamış oldu.

Aslında temposu düşük, izlemeye belki çoğu seyircinin de alışık olmayacağı türden, takip etmesi zor ve konu itibariyle cesur bir filmdi ama kendi seyirci kitlesini buldu diye düşünüyorum.

Evet, öyle oldu.

Mahmut Fazıl Coşkun : "Mizah dozu, her filmimde biraz daha artıyor"
“Üç filmimde de bir takım akrabalıklar olduğunu düşünüyorum”

Yozgat Blues’a gelirsek, yine değişik bir film çektiniz, alışılmadık. Bu iki filmde de benzer öğeler, tatlar var diye düşünüyorum, hem dramatik yapıları, hem de kara mizah tonları açısından. Bu yönetmen olarak sizin dilinizi, size ait bir sinemayı da sanki yavaştan oturtan bir tür olmaya başladı diyebilir miyiz? Çünkü Anons’a geldiğimizde, onda da aynı şeyi göreceğiz.

Üç filmimde de bir takım akrabalıklar olduğunu, ben de düşünüyorum. Bilinçli akrabalıklar değil aslında ama doğal yollardan, bilinç dışından sızan benzerlikler belki. Sanırım mizah dozu, her filmimde biraz daha artıyor. Bu da benim hoşuma gidiyor, bunun filmlerime sızması, biraz benim kişiliğimle de ilgili olabilir.

Hayata, mizahi yönden bakmayı mı seversiniz?

Evet, öyle diyebiliriz sanırım.

“Üç filmimde de oyunculuk seçimleri çok farklı gelişti”

Üç filminizde de oyunculuklar oldukça öne çıkıyor, kendilerini ispatlamış, bildiğimiz ve sevdiğimiz isimler var genelde, seçimleriniz neye göre oluyor?

Üç filmimde de çok farklı gelişti oyunculuk seçimleri aslında. İlk filmimin döneminde, çok fazla oyuncu tanımıyordum, bilmiyordum. Tesadüfler, tanışmalar, çok doğal gelişen süreçler oldu. Görkem’le tanışmıştık, onunla çalışalım dedik. Nadir Sarıbacak’ı birisi önerdi mesela, ben hiç tanımıyordum. Zaten aslında o dönem ikisi de çok göz önünde değillerdi.

Evet doğru ama çok güzel denk gelmiş demek ki çünkü düşündüğümde “Uzak İhtimal’de o rolü Nadir Sarıbacak’tan başkası oynamamalı” diyorum. Sanki ona yazılmış gibi.

Evet, Olgun Şimşek önermişti Nadir’i, çok da müteşekkirim ona. Ben de aynı duyguları taşıyorum bu konuda. Sonrasında da çok parladı Nadir. Yozgat Blues’da daha önceden düşünmüştüm Tansu Biçer ve Ayça Damgacı’yı. Onları düşünerek yazıldı senaryo bile diyebilirim. Ercan Kesal, Nadir Sarıbacak sonradan katıldılar. Hele Ercan Kesal, çok geç katılmıştır projeye. Anons’ta ise çok farklı bir yol çizdik. Cast direktörü Ezgi Baltaş’tı. Daha kalabalık bir kadro gerekiyordu senaryo açısından. Ben, bilinçli olarak çok fazla tanıdığımız, özellikle benim de yakından tanıdığım oyuncular dışında kişiler olsun istedim. O nedenle oyuncu görüşmeleri epey uzun sürdü. Ben ortaya çıkan tüm bu oyuncu ekibiyle ilk defa çalıştım. İçime de sinen bir kadro oldu.

Anons

Anons filminin hikayesi ne zaman çıktı, ne zamandır çalışıyorsunuz bu proje üzerinde?

Yozgat Blues bittikten sonra, yani 2013’te başladık üzerine düşünmeye Ercan Kesal ile. Çünkü Ercan Kesal ile hep bir şeyler yazalım diye konuşuyorduk. Bu bildiğim, gerçek bir hikayeydi. Buna karar verdik ve birlikte yazmaya başladık.

1960’larda yaşanmış gerçek bir darbe girişimini konu alıyorsunuz bu filmde. Fakat bu gerçek hikayeyi belgesel gibi anlatıyor değilsiniz, hatta kurgu olsa dahi, birebir hikayeyi anlatmıyorsunuz. Daha önce de dediğimiz gibi burada mizahi dil çok yüksek, neredeyse konunun parodisi diyebileceğimiz kadar hiciv dolu bir film. Bu anlamda ilk filmlerinizle akrabalıkları olsa da bir yandan da oldukça ayrılıyor. Konuyu bilen bir seyirci olarak, gerçek ve ciddi bir konuyla ilgili bir film izleyeceğim duygusuyla oturup, yandan yandan gülerek ayrılıyoruz salondan. Politik bir konu olsa da bir yandan da değil. Başından beri böyle olmasını mı istediniz?

Gerçekçi bir film olsun, gerçek olaylara bağlı kalalım gibi bir isteğim olmadı hiçbir zaman açıkçası. Bu konuda, özgür ve rahat olmak istedim. Fakat ne yazıktır ki, mizah zaten o dönem yaşananların kendisinde de var. O dönem yaşananlarla ilgili anıları falan okuduğunuzda olayın tabiatındaki mizahı görüyorsunuz ister istemez. Çok da özellikle yerleştirdiğimiz durumlar değil. İlham aldık gerçeklerden diye düşünüyorum. 1963’teki bu olayı yeniden gündeme getirmek, kim haklıydı kim haksızdı, bunu tartışmak gibi bir düşüncem olmadı. Başka bir yerden ele aldığım, bana ilham veren bir hikaye oldu. Tırnak içinde politik bir film değil. Ya da darbenin neden ve sonuçları üzerine bir çıkarım değil.

Peki bu konunun araştırması nasıl gelişti?

O dönem yazılmış çok sayıda anı kitabı var. Çok sayıda günlükler var. Hem bu olayları yaşamış subayların anıları hem de o dönem gazetecilerin bazı yazdıkları var. Çok iyi veriler vardı elimizde ama biz sadece bu olaya odaklanmadık doğrusu. O dönemin biraz da ruhunu anlamak adına pek çok dergi, kitap, gazete karıştırdık, o dönem yazılmış romanlar, çekilmiş filmler, hepsi bizim için bir kaynaktı ve odağımız daha çok dönemdi.

Kara mizah ve kara film

Evet, bir dönem filmi ve bu anlamda da önem verdiğiniz detaylar dikkat çekiyor. Her şeyden önce, film başladığında önce bir film-noir’ın (kara film) içindeyiz adeta, Türk sinemasında örneğine az rastlanır bir tür bu.  Sonrasında da sinemasal anlamda kurduğunuz atmosfer, filmin dokusu da diğer filmlerinizden farklı. Estetik açıdan yani, kullandığınız renkler, kostümler…

O bir bütün tabii. Kara mizah ve kara film öğelerini kullanmak, elbette baştan düşünülmüş fikirlerdi. “Dönem filmi nasıl çekilir”e de çok kafa yorduğum için bunlara özendim. Benim çok da sevdiğim bir tür kara film ve dönem filmlerine yansımaları. Dolayısıyla bu türde çekilmiş filmlerden de ilham aldık diyebilirim.

İlk iki filminizdeki karakterlerle özdeşleşmemiz daha kolay olmuştu, malum burada ciddi bir konu, askerler var, bu yüzden başta pek özdeşleşme yaşayamadan, sanki robotlarmış gibi yaptıklarını uzaktan izleyip, “Eh askerler tabii, normal” duygusuyla izliyoruz. Ama bir süre sonra askerlerin de her birinin farklı kişilik özellikleri ortaya çıkmaya başlıyor. Böylelikle karton karakterler de olmamış. Hepsinin psikolojik altyapısı düşünülmüş belli ki. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Tabii, hepsinin ayrı karakter özellikleri var. Diğer filmlerimde de deadpan oyunculuk nispeten vardı ama bunda daha bir deadpan oyunculuk var. Duygularını göstermiyorlar, kendileriyle ilgili detay vermiyorlar durum itibariyle, dolayısıyla karakterlerini anlatmak için çok kısıtlı imkanlar var. Öyle bir yerden karakteri hissettirebilmenin de oyunculuk başarısı olduğunu düşünüyorum.

Mahmut Fazıl Coşkun : "Mizah dozu, her filmimde biraz daha artıyor"
“Kurgu, aslında biraz senaryo dönemine benzeyen bir dönem”

Çekimler, kurgu, ne kadar sürdü

4,5 hafta sürdü çekimler. Kurgusu ise biraz uzun sürdü. Post prodüksiyonu da düşünürsek 1 sene kadar uğraşıldı filmle. Kurgu dönemi, aslında biraz senaryo dönemine benzeyen bir dönem. Arada esler verilerek çalışılan. Çünkü biraz soğumanız, yabancılaşmanız ve yeniden bakmanız, kararlar almanız gerekiyor. Bu arada ilginçtir, üç filmimde de çekim sürelerim hep aynı oldu, maksimum 4,5 hafta. Bir de hep aynı aylarda çekilmiş, vizyon tarihleri de hep aynı dönem ve tamamen tesadüf. Filmin süreleri de aşağı yukarı aynı. (kahkahalar)

Düzenli bir geçmiş var en azından.

Çok düzenli evet, ritmli.

Ekip olarak, sanat yönetimi, görüntü yönetimi gibi daha teknik kısımdaki seçimleri neye göre yapıyorsunuz, neleri öngörerek, kimlerle çalışmayı tercih ediyorsunuz?

Ekip çok önemli, birlikte uzun bir zaman geçiriyorsunuz, önemsiyorum. Anons’ta aynı sanat yönetmeniyle çalıştım, onun dışında ekipteki herkes yeni insanlardı. Bulgaristan ortaklığında olduğu için film, ekibin çoğu oradan. Kamera grubu tamamen Bulgardı mesela. Sesçiler, makyöz, Bulgar’dı. Yapım tasarımcımız da Macar’dı.  Açıkçası sürprizlere açıktı bu yeni ekip ama çok iyi bir aradalık meydana gelmişti diye düşünüyorum. Yapımın da burada büyük bir öngörüsü var tabii, biraz da Allah’ın yardımı, şans diyelim. Hem insan olarak hem de son derece yaratıcı ve akıllı insanlar bir araya gelmişti. İnşallah tekrar bu isimlerle çalışma fırsatım olur.

Anons filmi açılışını Venedik Film Festivali’nde yaptı ve ödülle döndünüz. Yurt dışı deneyimleri ve festival deneyimleri hakkında neler söylemek istersiniz?

Daha önceki filmlerim de yurtdışında gösterildi ve ödül aldı. Filmin açılışının yurtdışında olması önemli tabii, hele ki Venedik, şu ana kadar benim gittiğim en büyük festivaldi. Bu filmle giderken, diğer filmlerden farklı olduğu ve ilk kez seyirciyle buluşacağı için biraz gergindim açıkçası, nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı çok da kestiremiyordum. Salon çok kalabalıktı, onlarla birlikte izlemek de gergin bir durum, sonrasında söyleşi falan derken, sıkıntılı bir süreç aslında. Fakat bir o kadar da heyecanlı ve güzel bir süreç, tarif etmesi biraz zor. Ama tepkiler iyiydi, ben filmin karşılık bulduğunu, anlaşıldığını hissettim. Hem Türkiye’de hem yabancı basında çok güzel yazılar da çıktı, bunlar hoşuma gidiyor tabii. Bir yönetmen için daha fazlası da gerekmez memnun olmak için açıkçası.

Mahmut Fazıl Coşkun : "Mizah dozu, her filmimde biraz daha artıyor"
“Türkiye’de festivaller aşırı iddialı ve tekrar eden olaylar yaşıyoruz”

Malatya nasıl geçiyor, Türkiye’deki festivalleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Malatya Film Festivali’ne üçüncü kez geliyorum. Yozgat Blues yarışmadaydı, jüri olarak da geldiğim oldu. En son 2013’te gelmiştim sanırım ve festivalin çok gelişmiş olduğunu gördüm bu yıl. Film platformunun olması güzel, pek çok kısa filmci görüyorum, oldukça fazla yabancı konuk var, yönetmenler var. Programı da son derece başarılı festivalin. Umut ediyorum ki daha da iyi olsun. Açıkçası ben bir şeyin büyümesindense kalitesinin artmasını daha çok önemsiyorum. Türkiye’de festivaller aşırı iddialı ve tekrar eden olaylar yaşıyoruz. Bu tür yaklaşımlardan çok sıkılıyorum açıkçası. Onun yerine, daha mütevazi, daha kimlikli ve kişilikli festivaller gelişebilir ve biz de onlara gelmeye can atarız. Malatya’nın o şekilde gelişeceğine dair bir hava hissediyorum açıkçası, umarım böyle olur.

Anons vizyona girdi, filmleriniz hem vizyonda hem de festivallerde seyircisini buluyor, Türkiye’de genelde bağımsız yapımların vizyonda uzun süre kalması zorlaştı, gişe kaygısı da ister istemez olabiliyor, sizin yaklaşımınız nedir?

Bu konuda çok da fikrim yok açıkçası. Daha doğrusu belirli bir strateji ile yaklaşmıyorum, belki de yaklaşmak lazım. Dağıtım, seyirci, tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi pek çok faktör var. Bu konuda düşünen, bunu inceleyen ve bu konuda bir şeyler söyleyen insanlar var. Onları okuyorum ve anlamaya çalışıyorum ama bu biraz da sanki yapımcıların, dağıtımcıların, yani işin daha o tarafında olan insanların meselesi gibi geliyor. Kibirle söylediğim bir şey değil; bir yönetmen olarak benim çok bilmediğim, anlamadığım bir konu. Filmimi yaptıktan ve sunduktan sonrası, başka türlü bir pazarlama yolu.

Evet, sizin filmleriniz o anlamda iddiası olmayan, sakin sakin vizyona giren ve çıkan, kendi kitlesini de bulan filmler oldu ama pazarlama demişken mesela Anons’un posteri benim çok ilgimi çekti. Kullanılan renk, fontlar, oldukça dikkat çekici, bunun da filmin pazarlamasına etkisi olduğunu düşünüyorum. Poster fikri kime ait oluyor, o nasıl gelişti Anons’ta?

Afiş tasarımcımız Gül Türkmen, Yozgat Blues filminin afişi de ona aitti. Hem komşuyuz hem de grafiker. Çok fazla deneme yanılma yaptı, çok fazla çalıştı bu poster üzerinde. Çok versiyonlu çalıştı. Hatta bu afişin aynısının mavisi falan da vardı ama en son bu sarı olanda karar kıldık. Gül’ün çok emeği var.

Bir dönem filmi olarak müzikler bence çok etkiliydi filmde. Ben çok da severek dinledim, soundtrack’i olsa alırım dedim. Müzik seçimleri nasıl oldu, kime aitti?

Tüm müzikler Okan Kaya’ya ait. Okan onları sanki dönem müzikleriymiş gibi yaptı, halbuki hepsi film için yapılmış müzikler. Açıkçası bu da uzun bir çalışmaydı. Askeri marş, filmin tema müziği derken… Okan’a çok teşekkür ederim, nezaketen değil, gerçekten çok çalıştı ve çok değerli bir iş çıkardı. İnsanlar soruyorlar bana bu şarkıyı nerden buldunuz, eski bir şarkı sanıyorlar.

Arigato diye bir şarkı var, orada Görkem Yeltan’ın adını gördüm?

Evet, sözlerini o yazdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir