CELLAT (1975)
Uzun zamandır ele almak istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım bir film var sırada.Daha önce Sert Adam isimli 1986 yapımı yazmış ve re-make olarak adlandırılan yeniden çevrim filmlerden sevdiklerimi bu sitede paylaşacağımı duyurmuştum şimdi de onlar arasında en sevdiğimi yazmanın mutluluğunu yaşıyorum
1975 senesi, aileler yavaş yavaş sinemadan çekilmeye başlamış çünkü seks filmleri furyası hızlı bir giriş ile pek çok sinemayı kaplamış vaziyette. Ne komedisi ne de erotik kısmı tam olmak istemiş ama olamamış filmlerle dolmuş Yeşilçam. Yine de o dönemin sinemamızda en güzel filmlerin çekildiği dönem olması da ayrıca dikkat çekici bir tezat olarak karşımıza çıkıyor.
Seks filmleri yeşilçamı bitirdi lafını kültürel olarak doğru bulurken yaratım süreci ve kalite bakımından diğer kaliteli örneklerin önünü kesemediğini görüyoruz. İncelemekte olduğum film de bu kaliteli yapımlar arasında.
Geçenlerde aramızdan ayrılan çok beğendiğim Memduh Ün şimdiye kadar filmlerini ele almadığım ama hep kaliteli işler yapmış olan başarılı bir Yeşilçam ustası. 1974 yılında Paris’te Charles Bronson‘un Death Wish (Öldürme Arzusu) filmini izliyor. Yurt dışında yaşayan arkadaşları vasıtasıyla filmi tercüme ettiriyor ve çekmeye başlıyor.
Hikayeyi anlatmadan önce Türkçe’ye çevrilmemiş olan ama bu filmin ait olduğu kategoriyi belirten Vigilante kavramından bahsetmek istiyorum. İngilizcede “uyanık, açıkgöz, ihtiyatlı, tetikte” anlamlarını taşıyan vigilant kökünden gelen Latince bir kelime. Vigilante türü filmlerin en tipik örneği ise Death Wish adlı 1974 tarihli yapımdır. Filmin kazandığı başarı üzerine devam filmleri çekilmiştir. Kendi halindeki insanların kendisi veya sevdiklerinin zarar görmesi üzerine adaleti kendi sağlama çabasını konu edinen bu filmlerin birçok çeşitlemesi de yapılmıştır.
Orhan Polat (Serdar Gökhan) karısı (Emel Özden) ve kız kardeşi (Melek Ayberk) ile yaşayan kendi halinde, yasalara saygılı mutlu bir mimardır. Karısı ve kız kardeşi 3 serseri tarafından takip edilir ve evlerinde tecavüz edilip hastanelik olacak kadar darp edilince bir facia yaşanır.
Karısı ölür, kız kardeşi ise yaşadığı şoktan dolayı psikolojik sağlığını yitirir. Polis suçluları yakalamak konusunda hemen bir yol alamaz ve sürecin uzayacağını söyleyince Orhan isyan eder. Çaresiz durumdadır, diğer yandan kız kardeşinin durumu zamanla iyiye gideceğine daha da kötü bir hal alır.
Hem bulunduğu çaresiz duruma içerleyen hem de içi hırs, intikam ve öfkeyle dolmuş olan Orhan bir kumaş parçasının içine bir sürü bozuk para koyarak bir gece sokağa çıkar ve peşine takılıp onu gasp etmeye çalışan serseriyi o sertleşmiş kumaş parçası ile döver.
Orhan gündelik hayatına dönmek ve matem havasından sıyrılmak için işine döner. Onun yaşadığı travmayı hafifletmek ve kafasını dağıtması için patronu onu Bursadaki otel inşaatına gönderir. Orada tanıştığı Mehmet Bey’in avcılığa ve silahlara tutkusu vardır, Orhan’ın ise babasınında aynı zevklere sahip olması ve bu uğurda ölmesi sebebiyle silahlara karşı nefreti vardır.
Ne var ki Orhan psikolojik olarak boşluktadır ve muhakeme yeteneğini kaybetmiştir, silahı alıp arazide birkaç el ateş etmekte bir sakınca görmez . İkisi iyi arkadaş olurlar ve Mehmet Bey Orhan’a tam teçhizatlı bir tabanca seti hediye eder. Kız kardeşinin sevgilisinden (Mahmut Hekimoğlu)durumun kötüye gittiğini öğrenen Orhan hastaneye gittiğinde kardeşinin halini görür ve iyice içi kararır. Mehmet Bey’in verdiği tabancayı hatırlar ve geceleri sokaklara çıkıp masum insanlara zulmedenleri, zarar verenleri kendi yöntemi ile cezalandırıp kendince adaleti sağlamaya başlar.
Zamanla medyanın ve polisinde ilgisini çeken bu gönüllü katil, halk tarafından sempati ile karşılanır. Sokaktaki pislikleri temizlemektedir ve kimilerine göre katil ortaya çıktığından beri suç oranında düşüş gözlemlenmektedir.
Orhan’ın asıl hedefi ise ona bu acıyı yaşatan serserileri bulmaktır ve onların bulunabileceğini tahmin ettiği batakhanelerde ve izbe yerlerde dolaşmaya devam eder en sonunda yaralıyken sığındığı evdeki kadının boynunda kardeşinin madalyonunu görür (Bu tesadüf bana göre pek olmamış işin yine Yeşilçam usulü kolayına kaçılmış, halbuki 5 dakika fazla çekip mantıklı ve daha sürükleyici bir çözüm sunabilirlerdi) Tecavüzcü serserilerden biri onu çalıp bir hayat kadınına bir gece karşılığında hediye etmiştir. Orhan bu ipucu ile serserileri bulacak ve onların dünyasını akla gelmedik işkence yöntemleri ile zindan edecektir.
Konuya burada ara verirken çözümlemeye geçiyorum. Genelde Yeşilçam filmlerindeki o nostaljik hava ve onun alametifarikası olan hoş görmek zorunda kaldığımız mantık ve çekim hataları Cellat’ta yok denecek kadar az. Film hiç eskimemiş,günümüzde bile böyle hareketli temposu yüksek bir filmi bulmak kolay değil.
Zamanının çok ötesinde bir film olmuş, yaşanan tecavüz ve soygun olayları günümüzde artarak devam etmekte, eğer bu film kadına şiddetin feci boyutlara ulaştığı günümüzde vizyona girmiş olsa çok büyük bir ilgi ile karşılaşacağını tahmin etmek zor değil.
Şimdi re-make konusunda pek sık duyamayacağınız ve pek sık rastlamayacağınız bir ifade kullanacağım. Cellat kesinlikle orijinali olan Death Wish‘den çok daha güzel bir film. Orijinaline göre daha düşük bütçe ile daha dar bir zaman aralığında çekildiğini de göz önüne alırsak Cellat’ın başarısının büyüklüğü de ortaya çıkıyor.
Orijinalinden bir kere çok daha tempolu bir film, filmin 1 dakika bile beni sıktığını hatırlamıyorum,daha şiddetli aksiyon sahnelerine hatta işkence seanslarına tanık olabiliyoruz ve olay örgüsü de ilmek ilmek örülmüş. Filmin bir yıldız filmi olmadığını da belirteyim başrolde senaryo var.
Şöhretli ve göz alan yan roller olduğunu söylemek güç. Filmde dikkat çeken özel bir oyuncu performans söylemek de mümkün değil. Herkes üç aşağı beş yukarı belli bir standard tutturmuş ama bunun altına düşmemeleride güzel. Filmde şu kısımdaki oyunculuk ya da mimikler sırtmış diyemiyorum, konunun ciddiyetini ve olayların gidişatını baltalayan bir durumla karşılaşmadım.
Karanlık ve tekinsiz bir atmosferi var filmin özellikle gece çekilen sahneleri ve mekanları çok başarılı buldum. Death Wish’in müzikleri yeşilçamda bilimum filmde sayısız defa kullanılmasına rağmen onun kopyası olan bu filmde kullanılmaması da ilginç ama bu filmi daha özgün yapmış, müzik seçimleri ise gerçekten başarılı.
Le Heritier albümü filme çok yakışmış,zaten Belmondo‘nun sıkıcı olan filmlerine yapılan o güzelim müzikler daha çok yeşilçama yaramış. Oyuncu seçiminde ise Serdar Gökhan dimdik saçları, bıyıkları, sert bakışları, pardesüsü ve duruşuyla Charles Bronson’dan çok daha yakışıyor rolüne ve perdeye. Bronson’un hem rolü için yaşlı olması hem de dudak yapısından mıdır bilinmez tebessüm eder gibi bir ifadesinin olması bana hep itici gelmiştir. Aksiyon filmleri oynamasına rağmen bu türe yakışmayan bir oyuncuydu kanımca.
Serdar Gökhan farklı tipi ve duruşuyla gerçekten yeterince doğru rollerde değerlendirilememiş bir oyuncu bana göre. Klasik bir jön tipine sahip olmayan, yakışıklı dememizin hemen mümkün olmayacağı diğer yandan kesinlikle karizmatik ve bambaşka bir havaya sahip olduğunu söylemek mümkün. Perdedeki görüntüsüyle filmin bazı anlarında serin kanlı bir katil hatta vahşi bir kurt gibi görünüyor.
Gökhan bu film için bence çok doğru bir seçim olmuş öbür yandan iyi adam seslendirmesini genelde Abdurrahman Palay‘ın yaptığı oyuncuyu bu filmde Saadettin Erbil seslendirmiş. Başta kulağım garipsemişti ama Palay’ın hep jön rolleri konuşması (seyircinin aklına jön, iyi adam sesi olarak kazınması nedeniyle karakterin derinliğini yaralar diye vazgeçmişler sanırım) Erbil’in ise dik yapılı sesiyle daha ziyade kötü karakterleri konuşması bu filmde jön değil aksine anti-kahraman olan Orhan Polat karakterine daha uygun olmuş.Seslendirme kadrosunda ise sürekli duyduğumuz seslerin aksine daha farklı bir kadro seçilmiş. Bana göre bunlar da bilinçli birer seçim.
Filmin yan rollerinde Reha Yurdakul her zamanki gibi başarılı, 3 serseriyi oynayanlardan Tarık Şimşek ve Oktar Durukan rollerinin hakkını vermişler. İbrahim Kurt ise yeşilçamın kavgacı takımından ve ona ilk defa bu kadar uzun bir rol verilmiş olmasını yılların emeğine saygı olarak nitelendiriyorum, açıkçası tip olarak da en uygunu olmuş.
Orhanın karısını ve kız kardeşini oynayan Emel Özden ve Melek Ayberk’in rolleri ise derinlikli değil ve kısa çünkü onlar Orhan’ın hikayesinin temelini oluşturan olayların sadece temelini atıyorlar, filmde performans gösterecekleri pek bir durum da olmamış. Melek Ayberk’in erken yaşta uyuşturucu bağımlılığından ölmesi Emel Özden’in ise sinemada fazla rol alamaması tıpkı bu filmdeki gibi hayatta da maalesef onları iyi bir sonun beklemediğini gözler önüne seriyor. Her ikisininde 1976’da sinemayı bırakması da ilginç bir tesadüf.
Melek Ayberk‘in sevgilisi rolünde oynayan Mahmut Hekimoğlu da idare etmiş ,zaten sinema kariyerinde derinlikli bir oyunculuk ortaya koyduğu bir film olmadı. Kendisini geçtiğimiz aylarda kaybettik,rahmet diliyorum. Filmin en güzel taraflarından biri de yeşilçamın neredeyse bütün kavgacı ve kötü adam grubunun filmde rol alması.
Cellat, “aman nasılsa sıradan başarısız bir yeniden çevirimdir“ diye düşünüp sıfır beklentiyle izlediğim ama orijinalinden çok daha başarılı çıkarak beni mutlu eden aksiyon sinemamızın az sayıdaki yüz akı filmlerinden. Bu filmden sonra merak edip 15 civarı Serdar Gökhan filmini bir solukta bitirmiştim. Onlar arasından beğendiğim ve farklı senaryoya sahip bir filmini yine burada sizler için analiz edeceğim.
Celladın yurt dışında trash kategorisine meraklı gülmek için film izleyen yabancı kitleyi başarısıyla şaşırttığını da belirtelim, üzgünüz başka Dünyayı Kurtaran Adam yok size. Onar Films şirketi filmin dvd versiyonunu altyazılı olarak sınırlı sayıda çıkartmıştı, bizim beklentimiz ise Fanatik Video’nun restore ettirerek bizlere sunması.
Yazan : Can Sönmez
CELLAT FRAGMAN :
Diğer bir Cellat yazımız: sinematikyesilcam.com/cellat-serdar-gokhan-yesilcamin-remakeleri
One thought on “Serdar Gökhan – Cellat (1975)”