Masasında oturamadığımız için hayıflandığımız, sesinden şiirler, şarkılar dinleyemediğimiz için kedere boğulduğumuz Sadri Alışık, sanatçılık müessesesinin medar-ı iftiharlarındandır. Yakın zamanda vizyon yüzü gören Kıvanç Baruönü imzalı Cem Yılmaz filmi “Arif ve 216” da bizzat oğlu Kerem Alışık ile birlikte duygusal bir sahnede (ki bence filmin en güzel sahnesi) selamlanan büyük aktörümüz, Yeşilçam’da iyilik timsali rollerin aranan yüzlerindendir. O nice rolden birini ön sıralara getirelim. Atıf Yılmaz‘ın piyasaya yönelik çalışmalarından, şirinliği malûmunuz “Gelinlik Kızlar” (1972) filminde, ikisi öz biri üvey olmak üzere üç kızından (Zeynep Değirmencioğlu, Ayşin Atav, Yeşim Tan) fena halde usanan ama müşfikliğini kaybetmeyen komedyen şarkıcı Sadi Ateş karakterine hayat verir Sadri Alışık. Anne rolündeki Meral Taygun ile söyledikleri “yum yum o güzel gözlerini yum, sevgili yavrum” ninnisi hâlâ aklımda. Sadece bu ninniyi söylerken ki samimiyeti ile iyiliğin sözlükteki yazılışı diye kabul edebileceğimiz aktörü, kötülük kelimesine yaklaştırırsam bana hunharca saldırır mısınız? Aman sıkmayın yumruklarınızı, önce eski meyhanede söylenen şarkıya kulak verelim:
Şarkılar seni söyler
Dillerde nağme adın
Aşk gibi, sevda gibi
Huysuz ve tatlı kadın
Bestesi Muzaffer İlkar‘a, güftesi Fakih Özlen‘e ait nihavend makanında dillendirilen bu eşsiz eseri Sadri Alışık, yine Atıf Yılmaz filminde, duygu yüklü “Menekşe Gözler”de (1969) vurulduğu menekşe gözlü kadını, Fatma Girik’i hayal ederek söyler.Yanında aynı kadına aşık Erol Büyükburç vardır ve ikisi de rakılarını yudumlamaktadır muhabbetle. Oysa filmden sekiz sene evvel Halit Refiğ‘in yönettiği ve senaryosunu Bülent Oran ile beraber yazdığı Seviştiğimiz Günler filminde o menekşe gözleri umursamayan aktör Bülent Başaran ismiyle arz-ı endam eder Sadri Alışık. Yine üç kadın merkezdedir ve Bülent Başaran‘ın zararı birine doğrudan olmak üzere üç kadına da dokunacaktır.
2018 yılının Şubat ayına dek izlemediğim (Neşet Ertaş’ın söylediği gibi hata benim,günah benim, suç benim) Seviştiğimiz Günler filmine itiraf etmeliyim ki ,“yahu sabun köpüğü filmdir, hangi sinema yazarının listesinde yer almış ki” diyerek önyargıyla yaklaşmıştım. Ortaya çıkan ise yüreğimi dağlayan, zamanın değiştiremediklerine kafa patlatmama vesile olan bir eser. Film Yeşilçam sevdalılarını, aynı odayı paylaşan Lâle (Fatma Girik), Nilüfer (Nilüfer Aydan), Mine (Nuray Uslu) adlı üç arkadaşın henüz kirlenmeye başlayan İstanbul’da rutin işlerine gidip geldikleri, fakat içten içe erkek arkadaş edinmeyi düşledikleri hayatlarının içine atıveriyor. Lâle havayollarında, Nilüfer konfeksiyonda çalışmakta. Mine sekreterlik görevini icra etmekte. Ev sahibeleri Madam’ın (Mürüvvet Sim) kira istemesinden korkmaktalar. Topuklu ayakkabılarından kurtularak çıkmaktalar o köhne merdivenleri. Aman madam duymasın ! Üst katlarında alkolik ressam Kenan (Özden Çelik) kedisiyle laflayarak geçiriyor günlerini, bir de içten içe Lâle’ye bakıp ah çekerek. Üç arkadaş “erkeklerin köküne kibrit suyu” döktükleri günün sonunda iddiaya giriyor. Kafadengi ve zengin koca bulana dek hiçbir erkekle gezmeyeceklerine dair birbirlerine söz veriyorlar. Kaybeden üç aylık kirayı ödeyecek. Eh, elbette Yeşilçam’da kader ağlarını örmekte pek gecikmez. Üstü açık otomobiliyle caka satan yakışıklı serseri Suat (Orhan Günşıray), yukarda azıcık çıtlattığımız halkın hayranlığını kazanmış modern Romeo Bülent Başaran (Sadri Alışık) ve eşiyle bedbaht evlilik sürdürdüğünden dem vuran hisli Tarık Bey (Süha Doğan) kadınların hayatına jet hızıyla giriş yaparak bütün dengeleri alt üst edecektir.
Seviştiğimiz Günler filminin özetlediğim konusuna bakıldığında 1960‘ların romantik komedilerinden birine denk geldik diye düşünülebilir. En azından ben filmi oynatmadan önce böyle düşünüyordum. Demek ki, hüküm vermekte kolaycılığa kaçacak kadar ihanet etmişim Yeşilçam sevdama. Ulusal Sinema deyince akla gelen Halit Refiğ, gerek Türk Sineması’na kuram yönünden kattıklarıyla, gerekse filmlerine yerleştirdiği yerel motiflerle çoğunlukla alkışladığım aydın sinemacıdır. Çektiği görece en vasat filmde bile Türkiye’nin motiflerine yer verir. Örneğin; “Yedi Evlat İki Damat” (1973) filminde bir sahnede önce halk oyunları ekibini, sonra batı müziği eşliğinde dans eden gençleri görürüz. TRT ilk dizisi “Aşk-ı Memnu” (1975) da bilhassa kadınlar arasında geçen sahnelerde kültürel karşıtlıklar layıkıyla verilir. Keza çapkın Behlül (Salih Güney) karakteri romanda Halid Ziya Uşaklıgil‘in tasvirine koşut şekilde çalkatılı dönemde meselelere eğilmekte, fikir beyan etmekte ikircikli davranmaz. Filmografisinde nitelik yönünde gerilerde kalan, benim de pek onaylamadığım “Kızın Var Mı Derdin Var”(1973) da da, muhafazakar ailenin modernliği benimsemiş aileyle yakınlaşmasını komedi fonunda seyrederiz.
İlk filmi “Yasak Aşk”(1961) gibi Seviştiğimiz Günler filmi de Memduh Ün yapımcılığında hazırlayan Halit Refiğ, Orhan Elmas‘tan temin ettiği film hikâyesini senaryolaştırmış ve diyalogları Bülent Oran’a teslim etmiş. Diyaloglar her zamanki gibi ağdalı. Bir cümlede “bahtiyar” kelimesi kullanılırken peşinden gelen cümlede “mesut”kelimesi zikrediliyor. Orhan Günşıray‘ı seslendiren usta Hayri Esen yine ağır ağır, adeta yaşayarak seslendiriyor diyalogları. Diyalogları sağ tarafa aldığımızda solda kalan tiresiz,tırnak işaretsiz yere, senaryonun temeline bakmalıyız. İstanbul Maçka‘da kendi başlarına yaşayan, ayakları üzerlerinde duran üç kadın tasviri şüphesiz ki şaşırtıcı. Üçünün de ailelerine dair herhangi bir söylem yok. Nereden geldiler, bununla ilgilenmiyor senaryo. Sanki hep İstanbuldalarmış gibi. Daha doğrusu sanki koca şehri değiştiren onlarmış gibi. Özgürlüklerine düşkünler. Belki kısır hayatlarından kaçış yolu olarak gördükleri kavram evlilik, ama kendilerine bile itiraf edemedikleri cesaretleri var. Çok klişe olacağı için sizlerden özür dilerim, Fellini İstanbul’da başlığını atacak kadar sığ kaldım sanırım. Bu başlık, iki yönetmeni karşılaştırmaktan ziyade İtalya’dan gelen rüzgârın burayı yerle bir etmemesine, bırakın yerle bir etmeyi yeni fikirlerin inşasına vurgudur.
Şimdi hınzırlık boyutuna varan hamlelere karakterleri baz alarak değinelim. Filmde kendisini konuşarak rolünde adeta bulutlara yükselen Fatma Girik yani Lâle ile flörtleştiği Sadri Alışık‘ın sahneleri senaryonun cesur açılımlarına en bariz örnek. Lâle, tombul yanakları ve o sımsıcak gülüşüyle kilometrelerce uzaklıktan fark edilecek denli güzel. Otobüsteki tacizcilere iğne batıracak kadar cesur. 57 yıl öncesinde batırılan o iğnenin keşke şimdi de anlamı olsa ! Belki romantik oyunlara, gönüllere nüfuz eden romanların aşk yansımalarına düşkün ama kesinlikle saf olmuyor. Film içinde kandırılmasına ve erkeği kısa müddet de olsa kutsallaştırmasına rağmen saf diye tanımlamayız O’nu. Üstelik içinden hareket ettiği anlarda bambaşka birine buse kondurmakta hiç çekinmiyor. Yurtdışına çıkma hayallerini kenara bırakıp önce kendi kabuklarını kırıyor.Yardımcısı küçük kuş. O kuşu hediye eden kimdi? Romeo! Bülent Başaran’ın prototip sayılabilecek aktör tasviri, evlenme kelimesini duyduğu an sıvışmayı arzulayan, aşkın piyeslerde kaldığını öne sürecek kadar duygu yoksunu olmasıyla pek çok sinema figürünü hatırlatıyor. Tutkularından yana taraf anlayacağınız. “Aldat, aldanma” söylemini düstur edinerek cesaretten ziyade pişkinliğe yaklaşıyor.
Sadri Alışık‘ın Ayhan Işık karizmasına eriştiği, hatta bir klişe daha süreyim ortaya Marcello Mastroianni‘nin delici bakışlarının benzerini attığı anlarda kusursuza yakın oluşuna dikkat kesilin derim.Neden kusursuz diyemiyorum? Çünkü Mücap Ofluoğlu konuşmuş kendisini. Uymamış. Neden böyle tercih yapılmış, kestirmek ziyadesiyle güç. Tabi çuvaldızı senaryoya batırmamız gereken anlar da var. Senaryonun yanlışa sürüklenmesi hikâyenin finaline doğru hasıl oluyor. Lâle’nin “ikâme erkek kontenjanından” yararlanması ve Bülent’e toz kondurulmaması ise erkek odaklı iltimas tercihi olarak kayıtlara geçiyor. Mikrofon ikinci çiftimizde. Suat ve Nilüfer tarafında gelenesel anlatı ile özgün sinema dilinin kapışıyor. Kazananın geleneksellik olduğunu peşinen söyleyeyim.
Nilüfer Aydan‘ın – Fatma Girik‘e yaklaşamasa da- başarıyla canlandırdığı “adaş” Nilüfer, ilgiye muhtaç halleriyle yürek burkuyor yer yer. Evlerinin tam karşısındaki yaşlı adamın (Recep Yurdaşen) gözetlemelerinden yana şikayetçi, işinde gücünde olsa da püfür püfür esen İtalyan pardon İstanbul rüzgârlarında aşka yenilmekten kaçamayan bir kadın Nilüfer. Zaten Avrupai yüze sahip olan Nilüfer Aydan, Halit Refiğ‘in iyi oyunculuk yönetimiyle rolle bütünlemiş.Genelde Nilüfer Aydan denilince Halit Refiğ‘in eski eşi etiketini de duyarız. Şu anda ben de bunu yazarak kendisine haksızlık ediyorum sanılmasın, Nilüfer Aydan ona biçilmiş özgün sinema dilini ete kemiğe büründürerek oyunculuğunu kabul ettiriyor. Ne yazık ki finale kadar. Ne yazık ki film boyunca kadınlara yakın görünen senaryonun erkeğe iltimas geçtiği bir an daha. Keşke finalde geleneksel anlatı kazanmasaymış. Keşke hiçbir yenilik barındırmayan Suat’a uyanış sahnesi çekilmeseymiş. İnandırıcılığı suya yazılmış! 1961 yılında belki de sinemamızda yeni yeni denenen o masalsı final, süresi ve kötü çekilmesi itibarıyla çarçabuk unutulmalı.
Mikrofon şimdi Mine ve Tarık’ta. Üç hikâye arasında giriş gelişme sonuç olarak en yavan onların hikâyesi. Mine’nin, kendisine eşini şikayet eden Tarık’a karşı sempati beslemesi, hatta “çocuklarına anne bile olurum” diyebilmesi içi doldurulamayan hamleler olarak göze çarpıyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Halit Refiğ‘in kalemi Mine’nin hikâyesinde can yakıcı. Diğer iki karaktere şans tanırken Mine’yi köşeye sıkıştırma niyetinde. Üç kadını tanımlarken en sık başvurduğum cesur sıfatını acaba Mine mi hak etmiyor, yoksa Halit Refiğ Fatma Girik ve Nilüfer Aydan kadar tanınmayan Nuray Uslu‘yu kolay mı harcamaya çalışıyor, bilemedim. Mine’nin diğer iki karakter gibi adımlarını ileriye değil de, geriye atmasını sineye çekmek güç. Gerçi sezarın hakkı sezara, Nuray Uslu finalde gözlerimin dolmasına neden oldu.
Yeri gelmişken belirtelim, yapımcı Memduh Ün Nuray Uslu‘dan önce Türkan Şoray‘ı düşünmüş Mine rolü için. İlginçtir, Nuray Uslu Türkan Şoray‘ı fena halde andırıyor. Neyse, bu sıkıştırılmış bilgi sonrası Tarık’a dönelim. Tarık tutarsız mı tutarsız bir kişilik. Uzun süre hangi tarafta olduğuna karar veremiyor. Çok sevdiğim Süha Doğan‘ı hiç böyle rolde görmemiştim, O’nu başka gözle izledim. Kadının aşağılandığı anlarda dahi aşk aşk aşk derken finale doğru 180 derece dönmesini kabullenemiyorum.
Resim sanatının ülke tarihindeki yerine yapılan göndermelerden duvarlarda yazılan sözlere, Halit Refiğ‘in daimi dostları hayvanlardan(tabi en başta kedi) içinde Memduh Ün ve Halit Refiğ barındıran film çekimine, filmde yardımcı yönetmen olarak çalışan Tunç Başaran‘ın kadınların peşinden koştuğu sahneden film kadar ünlü olan cam arkasından yağmura bakan kadınların görüntüsüne daha bir dolu güzelliğe de rastladığımız Seviştiğimiz Günler, son yarım saatinde aldığı kararlarla biraz üzse de temelini sağlam koymasından mütevellit Türk Sineması‘nın incelikli çalışmalarından biri olarak Sinematik Yeşilçam sayfalarındaki yerini alıyor. Jeneriği de çok güzel.
Dublaj Kadrosu’nda Hayri Esen ve Mücap Ofluoğlu dışında Jeyan Mahfi, Toron Karacaoğlu, Abdurrahman Palay, Sacide Keskin, Osman Alyanak gibi isimler mevcut.
Kaynak : www.sinematurk.com Seviştiğimiz Günler sekmesi
Seviştiğimiz Günler 1961 – Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor. Memduh Ün-Vadullah Taş. Kabalcı Yayınevi