İzzet Günay ile bir perdelik oyun

İzzet Günay arkamızdaki masada oturan hanıma dönerek ”Artık yanımıza gelebilirsin dedi” (Solda yukarıda) Sonrada gevrek bir kahkaha savurarak benimle tanıştırdı.

Röportaj: Altan Demirkol

Resimler: Özdemir Gürsoy

Kapıdan girdiğimde bir köşeye çekilmiş, sakin sakin içkisini yudumluyordu. Masasına doğru yürüdüm. Gülümseyerek ayağa kalktı, saatine bakarak ”Tam vaktinde geldin” dedi. Oturduk.. Oturmamızla birlikte bir top gibi patladı: ”Niçin benim davranışlarım ve sözlerimle ilgilenirler? Neden gerekli bu?…”

Durmadı, devam etti:

”-Sinema yıldızı önemli bir kişi midir ki? Bence önemli olan Freud veya Gandhi gibi insanlar ve bunların yaptıklarıdır. Sinema oyunculuğu karanlık, çocuksu bir iştir bence…”

-Peki neden yapıyorsunuz bu işi?

”-Üç şey için.. Ekmek, şöhret ve kuvvet adlı kazançlar için…”

Kamera İnsanı Değiştiriyor

Ona göre, kamera karşısında rol yapmak saçmalık ve bir nevi aptallıktı. Söylediğine bakılırsa, kamera onu bambaşka bir kişi olarak tanıtıyordu insanlara…

”Birtakım insanlar seni nasıl görmek istiyorlarsa, öyle görüyorlar. Ben o’yum.. Kendim değilim… İnsanlar beni yaratıyorlar ve kendi yarattıkları şeyi önemsiyorlar. Yoksa, beni esas kişiliğimi değil…”

Sinema ile tiyatro oyuncuları arasında bir bağlantı kurmak istemiyordu. Sinema oyunculuğunu kabul bile etmek istemiyordu…

”-Sahne oyuncuları, sinema oyuncuları gibi değildir. İkisini aynı kefeye koymamak gerekir. Yani, bir sinema oyuncusu, mutlak aktör anlamında görülmemeli. Bugün bir Duse, bir Chaplin yok… Hatta, bir Robert Donald bile yok…”

Bir bıkkınlık, usanmışlık ifadesi vardı yüzünde. Özel hayatından mıydı bu? Hayır.. Sinemadan mıydı? Belki de…

”Meslek olarak, bir kameranın önünde durmak saçmalıktan başka bir şey değil. Hayatta o kadar yapılacak şeyler var ki.. İnsan, kamera önünde geçen zamanına acıyor. Sinemada yaşamaya bile vakit yok… Sabahatan akşama kadar kameranın karşısında dikil, kırk kere prova yap, dört saat uyu, tekrar dikil kameranın önüne… Yaşamak bu mu?…”

Az konuşuyordu, fakat söylemek istediklerinin fazlasını söylüyordu. Birdenbire konu değiştirerek ”Hangisini beğendin”… diye sordu. Dalmıştım. Anlayamadım birden. ”Neyin?” dedim. Parmağıyla duvarda asılı iki tabloyu gösterdi. ”Benim bu hoşuma gitti..” dedim. Güldü. ”Ben de onu sevdim…”

Kimi öldürmek istersin

Bu defa da, ben sordum. Sorumun, soğuk bir şakadan hiç farkı yoktu doğrusu…

-Şimdiye kadar birini öldürmek istedin mi?…

Gülüp geçeceğini sanıyordum. Ciddi ciddi:

”Tabii dedi…”

-Peki, ne yaptın.

”Hiçbir şey yapmadım. Yapamadım…”

-Mesela, şu anda kimi öldürmek istersin? Böyle birisi var mı?

”Evet… Şu anda kapıdan gireni…”

-Kim o?

”Aram”

-Aram mı, kim o?

”Şu anda çevirdiğim filmin rejisörü…”

-Sebep?

”Daha ne olacak. Beni dilediği gibi ayaklı makinenin önüne dikiyor, bol keseden atıp tutuyor. Eliyle koluyla bir şeyler anlatıyor. Bana şunu yap bunu yap diye emirler vermeye kalkıyor. Olmadı diyor, bir daha yaptırıyor… Bir nevi hırsız.. Zamanımı çalıyor…”

Bir kahkaka atıyor, en güzelinden:

”İster misiniz? Şimdi gidip boğazına sarılayım?…”

En zayıf olduğu konu: 2. Dünya Savaşı

Yine yüzünde sıkkınlık ifadesi, soruyor:

”Tadı nasıl?”

-Neyin?

”İçkinin…”

-Bilmem, kötü değil. Dişimin ağrısına iyi geliyor… Sen içkiden zevk alıyor musun?

”Hayır”

-Senin de dişine mi iyi geliyor yoksa?..

”Hayır, dostum… Sadece içmiş olmak için içiyorum…”

-Kitaplarla aran nasıl, okuyor musun şu sıralar?

”2. Dünya Savaşını okuyorum. En zayıf olduğum konudur da… Tam çocukluk yıllarıma rast geldi…”

-Peki, müzik olarak ne dinliyorsun?

”-Ne olursa… Saatine göre değişiyor insanın…”

”Bu gece benimle olur musunuz?”

Bu sırada, bir masa ötemize bir hanım gelip oturdu. Birden en sempatik, fakat en ciddi haliyle ona doğru dönerek:

”Bu akşam benimle olur musunuz?…” demez mi… Ben, şaşırdım, dondum kaldım. Eyvah dedim içimden, şimdi çıngar kopuyor. Hanım da ciddi mi, ciddi:

”Anlamadım.. Yani neden bu gece?…”

Gözlerini, hanımın gözlerine dikerek:

”Çok güzel bir gece de ondan” dedi. Sonra devam etti: ”Üstelik mehtap da var. Gelin, bu güzelliği bu gece beraber paylaşalım. Yalnız geçmesin. Bir yürüyüş yapılabilir mesela…”

Herhalde benim şaşkın halime olsa gerek, kahkahayı basıverdi. Sonra hanıma doğru dönerek ”Yanımıza gelebilirsin…” diye seslendi. Sonra da bana döndü.

”Tanıştırayım…” dedi. ”Karım…”

Not 1: Bu serimizdeki diğer paylaşımlarımız gibi derginin orjinal metine sadık kalınmıştır. Noktalama ve yazımlar günümüzdeki hallerine göre değiştirilmemiştir.

Not 2: 2 Aralık 1970 tarihli Hey Dergisinden İzzet Günay ile Bir Perdelik Oyun

Ercan Demirel arşivi – Düzenleyen: Sabahattin Bilgiç

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir