Kartal Tibet – Kartallar Yüksek Uçar

Kartal Tibet

Malum, Tibet dünyanın damı, yani en yüksek yeri ve de “kartalar yüksek uçar,” ama Kartal Tibet, her ne kadar kulağa ‘ancak bu kadar olur’ dedirtecek kadar ‘sinematik’ bir isim olmasına karşın, sinemamızın bu ünlü şahsiyetinin takma adı değil, gerçek adı.

Haber: 17/01/2004 Kaya Özkaracalar
Malum, Tibet dünyanın damı, yani en yüksek yeri ve de “kartalar yüksek uçar,” ama Kartal Tibet, her ne kadar kulağa ‘ancak bu kadar olur’ dedirtecek kadar ‘sinematik’ bir isim olmasına karşın, sinemamızın bu ünlü şahsiyetinin takma adı değil, gerçek adı.

İlginç bir tesadüftür ki Kartal Tibet, 1939 yılının 27 Mart günü, yani Tiyatro Günü’nde dünyaya gelmiş – her ne kadar yılın o günü o dönem henüz daha Tiyatro Günü olarak seçilmiş olmasa da. Kartal Tibet’in meslek yaşamı daha çok küçük yaşlarda Ankara Radyosu’nda çocuk piyeslerinde oynayarak başlamış. Kartal Tibet, Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nden mezun olduktan sonra Adalet Ağaoğlu’nun da aralarında bulunduğu bir grup arkadaşıyla birlikte başkentin ilk özel tiyatrosu olan Ankara Meydan Sahnesi’ni kurmuş. Tibet o yılları, “iİk defa konservatuar kökenli kişiler, akademisyenler diyelim isterseniz, bu işi tahsil etmiş kişiler, bir özel tiyatro kurmuş olduk ve çok tuttu tiyatromuz,” diye anlatıyor.

Ankara Meydan Sahnesi‘nde yönetmenlik ve oyunculuğun yanı sıra kursiyerlik de yapan Tibet’in yetişmesine katkıda bulunduğu isimler arasında Rüştü Asyalı, Erkan Yücel ve İstanbul’daki son terör saldırılarında yitirdiğimiz Kerem Yılmazer de var. Derken 1965’te Kartal Tibet’in hayatı tamamıyla değişmiş. Karaoğlan çizgi romanının yaratıcısı Suat Yalaz, eserini beyazperdeye uyarlamaya soyunmuştu ve başrol oyuncusu bulmak için açtığı artist yarışmasının sonuçlarından tatmin olmamış. Bir tanıdığının yönlendirmesiyle Ankara’ya gidip Kartal Tibet‘i görmüş ve anında onun üzerinde karar kılmış. Tibet, sinemayla tiyatronun farkını “Sinemada daha kopuk kopuk, küçük küçük sahneler birbirine ekleniyor. Bu da büyük bir teknik gerektiriyor. Montaj denilen bir olay başlıyor,” diye özetliyor ve ekliyor:

Bunu görünce kamera arkasının kamera önünden çok daha cazip olduğunu anladım ve beni derhal çekti” Tibet’in kamera arkasına ilk geçişi, ikinci Hababam Sınıfı filminde yönetmen yardımcılığı ile başlayacak, daha sonra aralarında Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor’un da bulunduğu 50’ye yakın filme yönetmen olarak imza atacaktı. Bir dönem televizyona da geçiş yapan Kartal Tibet şimdi en yeni Hababam Sınıfı filminin yönetmeni olarak sinemaya dönüş yapmış durumda.
(*) Kartal Tibet ile söyleşi, Bahçeşehir Üniv. öğr. gör. Eda Noyan’ın katılımıyla gerçekleştirilmiştir.

—o0o—

Kartal Tibet dün bugün

Siz tiyatro kökenli bir sinemacısınız…
Tiyatro oyunculuğundan sinemaya 1965’te geçtikten sonra tiyatroda hiç oynamadım bir daha. Ben sinemaya geçip tiyatroyu bırakabileceğimi, unutacağımı hiç zannetmiyordum. Film öyle büyük bir patlama yaptı ki, birdenbire 12 – 15 filmlik bir mukavele önüme koydular. İstikbal endişesi vardı tabii. Birdenbire önümün açıldığını gördüm ekonomik bakımdan. Sinemada da oyunculuk yapacaktım ve daha çok seyirciye ulaşacaktım. Yanlış bir iş değildi, oyunculuğumu orada da yapacaktım.

Sinemaya geçtiğinizde, bıraktığınız tiyatro çevresi nasıl bir tepki gösterdi?
Çok mektup aldım, çok tepki aldım; çok da üzdü bu beni. Tiyatro da yapmak istiyordum ama o kadar yoğundum ki. Öyle bir çark ki, sene de 250-350 arası film çekilen, endüstri olamamış ama büyük bir olaydı sinema. Bir kontrat bitince yenileniyordu, yani nefes alacak vakit bulamadım. Tiyatro seyretmek bana ızdırap vermeye başladı, içten kopuşum çok zor oldu. İkisi bir arada yapılabilir miydi? O devirde yapılamazdı. Senede bir ay zor tatil yapardım. Tabii tiyatro bir eksiklik olarak içimde kaldı. Ama artık tiyatronun yeniden içindeyim, Devlet Tiyatroları yönetmeniyim. 15-20 sene uzak kaldığım sahneye yönetmen olarak döndüm. Oyundan sonra kopan alkış hâlâ gözlerimi dolduruyor.

Kartal Tibet Çalıkuşu

Tiyatro kökenli oyuncularla mı çalışmayı tercih edersiniz?
Sinemada ve televizyonda oyunculuğa da yatkın, oyunculuk da yapabilen kişiler çıkabiliyor, bu inkâr edilemez. Bir örnek olarak Özcan Deniz’i verebilirim. Bazı mankenler çok iyi dizi oyuncusu olabilirler. Bakışlar çok önemli. Rol yapma endişesi o bakışları bozar, sunilik başlar. Ve halk bunu o kadar çabuk anlar ki. Kimisi nefes alır, ben öyle diyorum yani, bu oyuncu nefes alıyor, nabzı atıyor. Bu vasıfları kendinde toplayan da genellikle oyunculuk mesleğine kendine adamış, okullu ya da alaylı tiyatro kökenli kişilerdir.

En memnun olduğunuz, beğendiğiniz bir-iki filminizin ismini verebilir misiniz?
Ben hep onu seyirciye bırakmışımdır. Hiçbir filmimi baştan sona beğenmedim; baştan sona benim ölçülerime göre çok iyi oldu diyemem yani. Muhakkak eksikleri olduğunu gördüm. Bazı filmlerimde bazı sahneleri çok beğendim. Halka ulaşınca da sevindim. Bunlar içinde Karaoğlan tiplemesi güzeldi. Tarkan tiplemesi biraz sivriydi ama güzeldi. Beni bir kahraman haline getirdi. Bunların yanısıra Senede Bir Gün’ü, Boş Çerçeve’yi sayabilirim. Hülya’yla, Türkan’la, Fatma’yla, Filiz’le güzel filmlerimiz var.
Çalıkuşu…
Çalıkuşu tabii. Orada baktığımda şekil olarak çok güzel şeyler görüyorum. Osman abi (Seden) çok güzel çekmişti.

Yönettiğiniz filmlerden Şalvar Davası feminist sayılabilecek bir film.
Tabii, tamamen öyle – yalnız bazı şeylerin adı konmaz belki; feminizm ta ne zamandan beri var, değil mi? Başar Sabuncu yazmış, benim de çok hoşuma gitti. Kadınlara o kadar hoyrat davranır, yokmuş gibi hareket edersen kadınlar da toplanıp öyle bir cevap verir sana, değil mi? Onlar da insandır, onların da duyguları, onların da hakları vardır. Kadınlara böyle hak veren bir film yapınca ben bir erkek olarak eziliyorum diye hissetmedim. Ben erkek olarak utanmadım, ama erkeklik adına utandım.

Peki o filmden sonra çektiğiniz filmlerde bu tema devam etti mi?
Şimdi ben bir görüşün temsilcisi ya da o görüşün peşinde koşup yaptığı her işe yansıtan biri değilim. Tersine, feminizm aleyhine bir film de çekebilirdim. Sanatçının böyle olması gerektiğine inanıyorum, yoksa takım tutar gibi davranmasına değil. Ben değişime inanıyorum. Karşıt fikirlere merakla bakarım. Takım tutar gibi parti tutmam. ‘Bir kutuptayım, şunların temsilcisiyim,’ diye bir mesaj yollamak istemem, ötekileri kırmak istemem. Ama giderim, oyumu bir partiye veririm, onu da bir ben bilirim. Bu biraz akseder görüştüğüm insanlara, gittiğim yerlere.

Karaoğlan’ları o çizgi romanın yaratıcısı Suat Yalaz bizzat çekiyordu. Peki Tarkan’ın yaratıcısı Sezgin Burak sette bulunur muydu?
Hayır gelmezdi. Gelip bir baktı şöyle, ‘tamam,’ dedi gitti. Filmlerden sonra teşekkür etti. Öldü biliyorsunuz.
İntihar etmiş…
Allah rahmet eylesin. Çok garip bir yaradılışı vardı, çok saygılı, boğuk boğuk bakan bir gözler…

Karaoğlan ve Tarkan filmleri bayağı popüler olmuştu. Seyircinin bunları o dönemde bu kadar tutmasını neye bağlıyorsunuz?
Hikâyenin bizden oluşuna, sağlamlığına, dürüst oluşuna, insanların içinde bu kahramanlık hikâyelerine merakın fazla oluşuna ve bunların da birer Türk kahramanı oluşuna. Milliyetçilik demeyin buna. ‘Bunları bir Türk yapabilir,’ düşüncesi herkesin içinde vardır. Bileği bükülmez, asil yürekli, gözükara, aldığı görevi yapan Türk kahramanı. Bunlar hayali, insanının olmasını istediği tipler. Tam sinema kahramanıydı ikisi de. Halk beni de öyle zannetti. Birçok yerde filmin galasına ya da şuraya buraya katıldığımızda, halk arasına katıldığımızda benim oturup da ciddi biçimde onlarla konuşmamı hep yadırgadılar, kalkıp perende atacak, atlayacak zıplayacak, bir vuruşta beş kişiyi haklayacak birini beklediler. Bu da sinemanın büyüsü. O vasıfları, oynayan oyuncuya da yakıştırıyorlar. Sinemanın güzel, enteresan tarafı bu.

Karaoğlan’ın televizyon için yapılan yeniden çevrimini izlediniz mi?
Gayet güzel.
Halk aynı şekilde bağrına bastı mı?
Onu bilemem. Karaoğlan ilk çıktığı zaman çok büyük bir boşluk doldurulmuştı. Bir de ilk yapılınca bir iş sanki yeri doldurulamaz gibi geliyor. Sonradan yapılanlar daha da güzel olsa, daha iyi teknikle de yapılsa, daha doğru olsa da o eskiyi anımsamak – insan da yaşlandığı için -daha güzelmiş gibi geliyor. Bizim Karaoğlan’ın çekimi de çok güzeldi, renkler de, kamera hareketleri de; yeni Karaoğlan da pırıl pırıl bir delikanlıydı. Ama bir de aslı vardı

Şimdi yeni Hababam Sınıfı da…
Sözü ona getireceğinizin farkındayım! Bunu anladım ve bütün açık yürekliliğimle ‘eskiyi arar insan,’ lafını da bile bile söyledim.
O endişeyi taşıyor musunuz içinde?
Hayır biz eski filmi yapmıyoruz. Onlar eski Karaoğlan’ı, benim oynadığım hikâyeleri yaptılar. Biz öyle bir Hababam Sınıfı yapmıyoruz. Biz yeni bir Hababam Sınıfı yapıyoruz. 2004 yılında geçen bir Hababam Sınıfı yapıyoruz. Halkın aklında bir Hababam Sınıfı nostaljisi var. Onun önüne geçmemize imkan yok. Ama bu da beğenilecek. Bizim filmimiz acaba 20 sene sonra yine kanallarda gösterilecek mi aynı beğeniyle ben onu merak ediyorum. Ama bu işi yapan kişiler bir araya geldik. Yalnız bazı oyuncuların yeri doldurulamaz, onların yerine yenilerini oynatmadık; ‘bir de böyle bir tip lazımdı,’ diye o tiplerin tekrarına düşmedik. 2004 yılında haylaz, yaramaz, şeytan gibi, cin gibi, hergele çocukların bir okulda öğretmenleriyle, birbirleriyle didişmelerini yaptık ki, bu herkesin hayatında mevcut.

Hababam Sınıfı Uyanıyor çekimleri sırasında: Kartal Tibet, Ertem Eğilmez, Adile Naşit, Şener Şen, Kemal Sunal, Münir Özkul ve diğer öğrenciler ile birlikte kamera arkası bir kare
Hababam Sınıfı Uyanıyor çekimleri sırasında: Kartal Tibet, Ertem Eğilmez, Adile Naşit, Şener Şen, Kemal Sunal, Münir Özkul ve diğer öğrenciler ile birlikte kamera arkası bir kare

Sizin üniversitede de o sıralarda oturanlar, hepsi Hababam Sınıfı mensubudur bana göre. Hababam Sınıfı’nı da tutturan budur. Halen de bu mevcut. Öğretmene lakap takılır, isim takılır. Hababam Sınıfı, Rıfat Ilgaz’ın yazdığı çok güzel bir romandan yola çıkarak çekildi, ama hiçbir zaman o romanlar doğrudan çekilmedi. Bazı isimler alındı o kadar. Herkesin hayatında o sıralara oturur. Şimdi beni götürün o sıralara oturtun, benim de aklımdan şeytanlık geçeceğinden eminim. Ama sonunda da mutlaka başarılı olmaya mecburlar. Altın kapliler. Ama illâ ki dersi kaynatacaklar, illâ ki kopya çekecekler, espri yapacaklar, illâ ki dalga geçecekler, illâ ki ben diye sivrilmeye çalışacaklar, lakaplar takılacak. Bugün her yerde var Hababam Sınıfı. Bunun için eser yaşıyor. Yaşıyor ve biz de bu serinin yedinci filmini yapıyoruz; bu kendinin tekrarı olmuyor, serinin devamı olacak.

Münir Özkul’la görüştünüz mü?
Münir Özkul’un olmasını istemişler. Sadece sonda nostaljik bir sahne var, her yıl yapılan müsamere sahnesi. O sahnede misafir olarak gelip Hababam’ı seyredebilir mi diye düşündük ama sıhhati elvermedi zannediyorum, gelmedi, haber ulaştırmaya çalıştılar, bir türlü bulamadılar kendisini. O kadar olurdu zaten, yoksa onun rolünü kimse oynamadı veya o gelip o rolü oynayamazdı. Öyle bir hikaye değil bizim hikayemiz.

Hababam Sınıfı’nın seti Hababam Sınıfı gibi mi oldu peki, nasıl bir set ortamı vardı? Çok genç bir kadroyla çalıştınız.
Hababam Sınıfı gibi olmasına çalıştılar ama ben müsaade etmedim, film seti gibiydi.

MERHABA HABABAM SINIFI
Yönetmen: Kartal Tibet
Senaryo: Kemal Kenan Ergen
Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay
Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler
Müzik: Melih Kibar
Oyuncular: Mehmet Ali Alabora, Şafak Sezer, Cengiz Küçükayvaz, Halit Akçatepe, Hülya Koçyiğit, Mehmet Ali Erbil, Peker Açıkalın, Ofelya Küçükayvaz, Zeki Alasya, Sümer Tilmaç, Bülent Kayabaş

Ömerçip ve gösterime girmese de çekilmiş bulunan Papatya ile Karabiber’den sonra, Merhaba Hababam Sınıfı’yla birlikte, Türk sinemasının Yeşilçam köklerine dönme harekatı sürüyor. Merhaba Hababam Sınıfı, Rıfat Ilgaz’ın aynı adlı romanından esinlenerek ilki 1975’te Ertem Eğilmez tarafından çekilen Hababam Sınıfı serisine bir ‘yeniden yapım’ değil, yedinci bölüm olarak ekleniyor. Mekanımız yine Özel Çamlıca Lisesi.
Okulun eski sahibi ölmüş, şimdi işletmeyi onun oğlu Deli Bedri (Mehmet Ali Erbil) üstlenmiş. O da en az babası kadar paragöz ve gönlü, okulun yerine plaza yaptırmaktan yana. Müdire Fatoş Hoca (Hülya Koçyiğit) bu girişimi engelleyebilmek için eski Hababam tayfasından yardım istiyor. Böylece eski ve yeni Hababamcıların Deli Bedri karşıtı ortaklığı başlıyor…

Harry Potter hayranı
Bu ay, konusu okulda geçen iki yerli film vizyona girdi üstüste.
Okul filmi de inşallah çok başarılı olur. Sinan’ın (Çetin) yaptığı güzel işler var. Sinan’ın mutlaka iyi bir iş yaptığını sanıyorum, prodüktör olarak. Oyuncular da genç oyuncular, zaten biri benim filmimde de başrol oynayan kızlardan biri.
Son dönemlerdeki yerli filmlerden hangilerini beğendiniz?
O Şimdi Asker’i, İnşaat’ı çok beğendim. Uzak’ı merak ediyorum ama daha izleyemedim. Çok yoğundum, daha yeni istirahata geçtim. Şimdi kitap okuyorum. 4-5 tane kitap yarım kalmıştı: mesela Harry Potter’ın sonuncusuna başlamıştım, film işi çıkınca bitirememiştim şimdi bitirdim. Wilbur Smith’in Mavi Ufuklar’ını okudum, harika…
Harry Potter’ın sinema uyarlamasını nasıl buldunuz?
Romanı kadar beğenmedim. Romanın bende yarattığı imajı tam bulamadım, yoksa çok mükemmel halletmişler bazı sahneleri, onların üstüne yok bu işte. Romanları ise çok daha fazla etkilemişti, ilk çıktığında kitapçıdan pat diye alıyordum.

—o0o—

NOT: 17/01/2004 tarihli yazı: Kaya Özkaracalar – Kartal Tibet ile söyleşi, Bahçeşehir Üniv. öğr. gör. Eda Noyan’ın katılımıyla gerçekleştirilmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir